Dünya sinemasında yankı uyandırması beklenen “Mevlânâ: Mest-i Aşk” filmi, 17 Ekim’de izleyiciyle buluşuyor. İranlı yönetmen ve senarist Hassan Fathi tarafından yazılıp yönetilen film, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin yaşamındaki en büyük dönüm noktalarından biri olan Şems-i Tebrîzî’nin kayboluşunu ve bu olayın Mevlânâ üzerindeki etkilerini beyaz perdeye taşıyor.
Fahir Atakoğlu’nun müzikleri ve Morteza Poursamadi’nin görüntü yönetmenliğiyle hazırlanan film, sadece tarihsel bir hikâye değil, aynı zamanda insanın içsel dönüşüm yolculuğunu anlatan derin bir yapım olarak dikkat çekiyor.
Şems-i Tebrîzî’nin Kayboluşu ve Mevlânâ’nın Arayışı
Film, Şems-i Tebrîzî’nin Konya’da kaybolduğu gece ile başlıyor. Olayın hemen ardından Mevlânâ’nın içine düştüğü endişe ve huzursuzluk, filmin dramatik temelini oluşturuyor. Şems’in yokluğu sadece Mevlânâ’yı değil, çevresindeki insanları da derinden etkiler. Bir yanda Şems’in sevenleri, diğer yanda onu kıskanan ve eleştirenler arasında gerginlik tırmanır.
Bu dönemde Konya’ya dönen İskender Bey isimli komutan, Şems’in ortadan kayboluşunu araştırmakla görevlendirilir. Film boyunca izleyici, bir yandan bu gizemli kayboluşun ardındaki sırları keşfederken diğer yandan Mevlânâ’nın dervişlik yolundaki manevi yükselişine tanıklık eder.

Mevlânâ ve Şems’in Buluşması: Bir Ruhun Yeniden Doğuşu
Hz. Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî ile tanışmadan önce çevresinde çok sayıda öğrencisi olan, ilmiyle saygı duyulan bir fakih ve kelâm âlimiydi. Ancak hayatı, görünürde ne kadar dolu olsa da içsel bir boşlukla çevriliydi. Şems ile karşılaşması, bu tekdüzeliği kıran bir dönüm noktası oldu.
Yönetmen Fathi’ye göre, Şems Mevlânâ’ya sadece yeni bir düşünce sistemi değil, aynı zamanda kendini tanıma cesareti kazandırdı. Bu etkileşim, Mevlânâ’nın varoluşuna dair derin bir farkındalık geliştirmesine yol açtı. Tasavvufî anlamda, Şems Mevlânâ’nın “ayna”sıydı; onda kendi eksik yanlarını, sevgiyi ve insanın özündeki ilahî ışığı gördü.
Mevlânâ’nın daha sonra kaleme aldığı Mesnevî ve Fîhi Mâ Fîh gibi eserlerin temelinde de bu karşılaşmanın derin izleri bulunur. Jung’un tanımıyla, Şems Mevlânâ’yı kendi “anima”sıyla, yani ruhunun gizli tarafıyla buluşturmuştu.
Filmin Felsefesi: İnanç, Alışkanlık ve Özgürlük Üzerine
“Mest-i Aşk” filmi sadece tarihsel bir anlatı değil, aynı zamanda insan psikolojisinin derinliklerine inen bir sorgulama. Yönetmen Hassan Fathi, Mevlânâ’nın fikir dünyasındaki dönüşümü anlatırken, izleyiciyi körü körüne alışkanlıkların insanı nasıl kısıtladığını düşünmeye davet ediyor.
Film, bireysel psikoloji açısından insanın kendini zincirleyen inanç kalıplarını kırma cesaretini öne çıkarıyor. Toplumsal düzeyde ise cehalet, önyargı, korku ve taassubun yıkıcı etkilerini sorguluyor. Fathi, bu yönüyle filmin sadece geçmişi değil, günümüz dünyasının da ruh halini yansıttığını belirtiyor.
Filmde, Mevlânâ’nın Şems ile tanışması bir tür uyanışın simgesi olarak resmediliyor. Bu buluşma, insanın kendi içsel zindanlarını yıkıp özgürlüğe ulaşma çabasını temsil ediyor. Mevlânâ’nın sözleriyle ifade etmek gerekirse:
“Bu dünya bir zindandır, biz de mahpuslarız. Zindanı yık, kendini özgür kıl.”
Mevlânâ’nın Mesajı: Barış, Sevgi ve Huzur
Hassan Fathi’ye göre Mevlânâ’nın öğretileri, günümüz dünyasında şiddet, öfke ve savaşın hüküm sürdüğü bir dönemde evrensel bir barış çağrısıdır. Mevlânâ’nın mesajı, insanları birbirine bağlayan en güçlü duygunun aşk ve anlayış olduğunu hatırlatır.
Yönetmen, “Bugün dünyanın dört bir yanında yaşanan acılar, ancak sevgiyle aşılabilir” diyerek filmin taşıdığı umudu vurguluyor. “Mest-i Aşk”, izleyicilere sadece bir tarihsel olayın dramatik anlatısını değil, aynı zamanda insan olmanın özüne dair derin bir farkındalık kazandırmayı amaçlıyor.
Mevlânâ’nın mirası, asırlar geçse de hâlâ aynı evrensel gerçeği fısıldıyor: Barış, dürüstlük ve sevgi, insanlığın kurtuluşunun anahtarıdır.